Emrullah Özalp1
I. GİRİŞ
Gelişen demokrasi ve adalet sistemlerinde kişiler ile devlet ilişkisi, kişilerin, devlet ile uyuşmazlıklarında adalet terazisinde pasif konumdan aktif konuma gelmesi, devletin hukuk düzeninde birtakım değişiklikler yapmasını gerektirmiştir. Devletin tüzel kişilik olduğunu varsaydığımız hukuk literatüründe, tüzel kişilikler ile gerçek kişilerin uyuşazlıklarında, usullerin nasıl uygulanması gerektiği de en ince ayrıntısına kadar incelenmelidir.
İşbu çalışmamızda, İdari Yargılama Kanunu’nun 28. maddesinin 2. fıkrasında hükme bağlanmış olan, idari uyuşmazlıklarda nihai sonuca göre idare aleyhine verilen kararın icrai işlemlerinin yöntemi, ilgili usulün kişilerin uyuşmazlıklarının nihai sonucunda icrai işleme geçme usulü ile farkının olmasının bir eşitlik ilkesi ihlal yaratıp yaratmadığı, idare aleyhine icrai işlemlerde yapılacak olan hacizlerin kişilerin malvarlıklarına yapılacak haciz usulünden farklı olmasının bahse konu hüküm neticesinde nasıl yorumlanacağı, nihayet birey ile devlet ilişkisinde icrai faaliyetlerin anayasamızda hükme bağlanan eşitlik ilkesi paralelinde nasıl bir zemine oturtulması gerektiği ele alınacaktır.
II. KİŞİ VE DEVLET BAĞLAMINDA EŞİTLİK İLKESİ
Eşitlik ilkesi, anayasamızda dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din mezhep ve benzeri farklılıkların ayrımının yapılmadan kanun önünde eşit olduğu konusunda genel ve soyut bir kavram üzerine inşa edilmiştir. Bahse konu hüküm, kişilerin özelliklerinin diğer kişilerden eşitlik namına bir şey kaybettirmemesi üzerine kurulmuştur. Kişiler arasındaki ilişkilerin eşitlik ilkesi üzerine inşa edilmesinin temel alındığı hukuk otoritelerinde bir sonraki düşünce, kişilerin ve devletin eşitliğinin sağlanmasıdır.
Devlet, içerisinde idareleri barındıran ve bu idarelerin kamu tüzel kişiliği sıfatını haiz olduğu bir sistemdir. Kişiler ise devlet nezdinde bulunan devletin en temel parçasını oluşturan gerçek ve tüzel kişiler olarak ayrılan taraftır. Nihayetinde devlet, kamu tüzel kişiliklerin oluşturduğu en büyük tüzel kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda açıkladığımız üzere tartışılması gereken hususlardan biri eşitlik ilkesinin kişiler özelinde eşitlik olduğununn varsayılması durumunda bir gerçek kişi ile kamu tüzel kişisi sıfatını haiz olan idarenin ve bunların tümünün oluşturduğu devletin, adalet terazisinde nasıl konumlanacağıdır.
Hukukumuzda devleti oluşturan kamu tüzel kişilik sıfatını haiz idarelerin kamu yararını gerçekleştirme amacı ve yükümlülüğü ona diğer kişilerin çıkarlarının üstünde bir yer ve önem sağlar. Bundan dolayı idarenin kamunun ortak çıkarlarını tatmin etmek ve kişilerce güdülen çıkarlara üstün gelen hukuki araç ve imkânlara sahip olması gerektiği baskındır. İşte bu araçlar, kamu kudretinin üstünlükleri ve ayrıcalıkları olarak da tanımlanacaktır.
İdare hukukunda kamu yararı, özel yararlara üstün tutulduğu için, idarenin yaptığı tek taraflı ve cebri icra özelliklerini taşıyan işlemlerinde de görüldüğü üzere idarenin, özel hukuk kurallarının aksine,
1 İstanbul Barosu 88237 Sicil Numralı Stajyer Avukat (avemrullahozalp@gmail.com)
idare edilenlere karşı üstün durumda olduğu kabul edilir. İdare edilenlerle ve idare arasında, özel hukukta görülen eşitlik ilkesi geçerli olmadığı kanaati kabul gördüğünden mütevellit yazımızın konusunun da çıkış noktasının bu olduğu açıktır.
III. İLGİLİ KANUNUN 28/2 HÜKMÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ
İdari Yargılama Kanunu’nun bahse konu hükmü2, idareye karşı açılmış olan bir davada, davanın idare aleyhine karara bağlanması sonucunda dava konusunun belli bir paranın ödenmesini gerektirmesi ve beraberinde yargılama gideri, harç ve vekil ile temsil ettirilmişse vekalet ücreti gibi parasal miktarların ortaya çıkması ile tümünün idareden nasıl temin edileceği ve hangi usullerin uygulanacağı bağlamında bir yol çizmektedir.
İşbu hükme göre, idare aleyhine verilen karar sonrasında davacının veya vekilinin idareye yazılı şekilde işbu miktarların ödenmesi gerektiği konusunda bildirimde bulunması, akabinde idarenin bildirimden itibaren aynı kanun hükmünün birinci fıkrasında belirtilen sürelere uyarak, karara bağlanan miktarları karşı tarafa ödemesi gerekmektedir. İdarenin, mahkemece verilen kararı, kanunda açık şekilde belirtilen sürelere uymayarak yerine getirmemesi sonucunda, kanun, davacı veya vekiline davalı idareye karşı genel hükümlere göre icrai yolları kullanma imkanı vermektedir.
İşbu hüküm değerlendirildiğinde, kanun, idare aleyhine vuku bulan konusu para olan davalarda genel hükümlere göre icra edilecek olan cebri icra kanalları kullanılmadan önce davacı veya vekiline idareye yazılı şekilde başvurma zorunluluğu getirmiştir. Bu başvuru sonucunda idareye açık bir süre verilmiş ve idarenin bu süreye uymaması akabinde genel hükümlere gidileceği kanaatine varılmıştır.
Burada değerlendirilmesi gereken husus, kamu tüzel kişilerinin yani idarelerin uyuşmazlıkta herhangi bir sıfata sahip olmadığı, davada husumetli olan kişilerin gerçek kişi veya özel tüzel kişiler olması halinde davanın nihai sonucunda cebri icra usulünün nasıl olduğu, bahse konu yöntem ile karşılaştırıldığında idare dışındaki kişilerin herhangi bir hakkının ihlalinin olup olmadığıdır.
IV. GERÇEK VE ÖZEL TÜZEL KİŞİLERİN UYUŞMAZLIKLARINDA KARARLARIN CEBRİ İCRAYA KONU EDİLMESİ
İdari Yargılama Kanunu’nu 28/2 hükmünü başlık altında mukayese ettiğimizde, gerçek veya özel tüzel kişiler, aralarındaki uyuşmazlıklarda gerekçeli karar sonrasında dava konusunun bir para olduğu durumlarda, davada lehe karar alan kişinin gereçeli kararın kendisine tebliğ edilmesinden hemen sonra işbu uyuşmazlığa konu para miktarını kendi lehine karar kılınan yargılama gideri, harçları ve kendisini bir vekil ile temsil etirmişse vekalet ücretini cebri icraya konu edilmesi açısından ilamı icra takibinekonu edebilmektedir. Açıkladığımız hususun bahse konu İYUK hükmü ile ayrıldığı nokta, başta belirttiğimiz üzere idare aleyhine cebri icranın genel hükümlerine gidilmeden önce kararın icabının idareye yazılı başvuru yapılmarak istenmesi zorunluluğudur. İdarenin bu bildirime muvafakat etmemesi akabinde genel hükümlere göre cebri icraya gidilebileceğidir. Ayrıca gerçek veya özel tüzel kişiler lehe gelen ilamda bulunan miktarları icra takibine konu ettikten sonra bir vekil ile temsil ettiriliyorlarsa vekil, ilam vekalet ücretine hak kazanmaktadır.
2 İdari Yargılama Usulü Kanunu 28/2:
Konusu belli bir miktar paranın ödenmesini gerektiren davalarda
hükmedilen miktar ile her türlü davalarda hükmedilen vekalet ücreti ve yargılama giderleri, davacının veya vekilinin davalı idareye yazılı şekilde bildireceği banka hesap numarasına, bu bildirim tarihinden itibaren, birinci fıkrada belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yatırılır. Birinci fıkrada belirtilen süreler içinde ödeme
yapılmaması halinde, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.
İdareye karşı cebri icra usullerinde genel hükümlere gidilmeden önce yazılı bildirim zorunluluğu ilam vekalet ücretinin de önüne geçmektedir.
İdare lehine verilen işbu ayrıcalığın, idarenin hukukumuzda kamu yararını gerçekleştirme amacı ve yükümlülüğü taşımasından geldiği, böylelikle idarenin kendi malları üzerinde cebri icraya gidilmeden önce idareye yapılan yazılı başvurunun mallar üzerinde perde görevi gördüğüdür.
V. İDARENİN MALLARININ HACZEDİLME DURUMU VE İŞBU ÇALIŞMA NEZDİNDE MUKAYESESİ
İcra ve İflas Kanunu’nun 82. maddesinde hükme bağlanmış olan haczi caiz olmayan mallar ve haklar dışında aleyhe cebri icra durumunda kişiler, tüm malları ve haklarıyla sorumludur. İlgili hükmün birinci fıkrasında devlet malları ile mahsus kanunlarında gösterilen haczi caiz olmayan malların haczedilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin 9. Fıkrası buna örnek teşkil edecektir.3 Ayrıca Belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri de haczedilemeyeceği kararlaştırılmıştır. Söz konusu haczedilmezlik kuralının kapsamı ise, son derece geniştir.4
Kamu mallarının yani idarenin mülkiyetinde bulunan mal ve hakların haczedilmesinin önüne geçilmesinin birçok gerekçesinin bulunması ile beraber, Türk hukukunda idarelerin diğer kişilere nazaran korunması gerektiği ve kamu tüzel kişilik sıfatını haiz olmayan tüm kişilerden bazı noktalarda ayrılması hasebiyle cebri icranın güçleştirilmesi; işbu çalışmanın asıl konusu olan idarelerin aleyhine verilen kararlarda cebri icra yoluna gidilmeden önce yazılı başvuru zorunluluğunun neden bulunduğuna açıklama getireceği de görülecektir. Nitekim devlet mallarının kamu yararına tahsis edildiği ancak özel malların hazedilebileceği kabul edilmiş ve kamu yararına tahsis edilen tüm malların haczinin önüne geçilmiştir.
A. İdare Mallarını Haczedilme Konusunun Koşulları
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararına5 göre, bir kamu tüzel kişisine ait malın İcra İflas Kanununun 82. Maddesi anlamında devlet malı sayılabilmesi ve dolayısıyla haczedilemezlikten yararlanabilmesi için, söz konusu idarenin “bütçesinin 1050 sayılı Genel Muhasebe Yasasına6 tabi olması, bütçe yasasında sayılan genel ya da katma7 daireler arasında yer alması, mallarının kamu hizmetlerine doğrudan tahsis edilmiş olması, sağladığı ekonomik ve sosyal yararlar dolayısıyla kamunun yararlandığı ve öz sermayesi devletçe temin edilen bir kuruluş olması gereklidir.
B. İşbu Çalışma Nezdinde Mukayese
Yukarıda açıkladığımız hususlar ile işbu çalışmanın mukayesesi söz konusu olduğunda, idarelerin diğer kişilere nazaran bir ayrıcalığa sahip olduğu açıktır.
3 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15.maddesinin 9.fıkrası:
4 Belediyelerin haczedilemeyecek olan vergi ve harç gelirlerinin bir listesi için bkz. Duran, s. 769-770. 5 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2003/12-116, K. 2003/111, T. 26.2.2003,
6 Bu yasa 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu olarak anlaşılmalıdır.
7 5018 sayılı kanuna göre üniversiteler açısından özel bütçeli idareler olarak anlaşılmalıdır.
Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde
ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen
vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.
Bu ayrıcalık idarelere karşı cebri icrayı zorlaştırır ve devletin de bir kişi olduğu konusu terazinin dengede kalamaması ile tamamen soyut bir kavrama evrilebilecektir. Kişilerin hak kaybının olduğu mahkeme kararı ile sabit iken idarelere karşı cebri icra yoluna gidilmeden yazılı bildirim şartının varlığı kanaatimizce anayasamızda bulunan eşitlik ilkesinin yıpranmasına sebebiyet verecektir. Nitekim yukarıda açıkladığımız hususlar ile görülecektir ki idarelere karşı cebri icra kanunlarla kısıtlanmış, bir hayli zorlaştırılmış ve lehe sonuç alan kişinin mülkiyet hakkını ihlal edecek düzeylere çıkmasına temel hazırlayacak bir kıvama gelmiştir. Söz konusu gelişen demokrasi ve hukuk otoritelerinde devlet ile kişiler eşitlenmeye çalışılmaktadır. Kanaatimizce bu süreçte kişilerden bağımsız idareler lehine alınacak ayrıcalık barındıran kararlar, eşitlik ve mülkiyet hakkının ihlali sonucunu doğurabilecek en azından bunun oluşmasına zemin hazırlayabilecektir.
VI. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
A. Mülkiyet Hakkı İhlali
Devletin idarelerden oluştuğu ve asıl olarak en büyük tüzel kişilik sıfatını haiz olduğu bir zeminde, mal ve haklar bakımından idare lehine ayrıcalık yaratacak her hususun, gerçek ve özel tüzel kişilerin mülkiyet hakkının ihlal edilebilmesine zemin hazırlayacak bir durumun ortaya çıkmasına sebebiyet verebilecektir. Gelişen hukuk ve demokrasilerde kişi ve devletin hukuksal çarpışmasında bu gibi düzenlemelerin farklı hakları ihlal edebileceği ihtimalinin olmaması yönünde çalışmalar yapıldığı ve hukukun zeminin buna göre oturtulması gerektiği gözle görlülebilir bir durumdur.
Yukarıda mukayeseye konu olan örneklendirmemiz dahilinde Türk hukukunda aksi fikirlerin de olduğu, nitekim mülkiyet hakkının değerlendirilmesinin konu özelinde doğru bir örnek olacağı kanaatindeyiz.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. Maddesinin 9. Fıkrasının iptali istemi ile Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile başvurulmuş olup8 Anayasa Mahkemesi hükmü iptal etmemiştir.
Anayasa Mahkemesi ilgili kararında, belediyelerin kanunda belirtilmeyen diğer mallarının haczedilmesinin mümkün olması nedeniyle alacaklıların haklarını elde etme imkanının olduğu ve belediyenin görevlerini ifa edebilmesi için hizmet araçlarının haczedilmesinin kamu hizmetlerinin devamlılığı açısından istenmeyen bir durum olacağı gerekçesiyle fıkranın anayasaya uygun olduğuna hükmetmiştir. Ancak altı Anayasa Mahkemesi üyesi karara katılmamış ve karşı oy yazısı yazmıştır.
Anayasa Mahkemesi üyesi Osman Alifeyyaz Paksüt’ün karşı oy yazısında, “Haklı bir alacağın tahsil edilememesinde kamu yararı bulunduğu savunulamaz.” denilerek hizmetlerin aksamaması için mali kaynak yaratılması açısından hukuk devleti çerçevesinde başka çözümlerin bulunması gerektiği belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi üyeleri Fulya Kantarcıoğlu ve Fettah Oto ise karşı oy yazılarında, “…kamu yararı da kişi haklarının tümüyle yok edilebilmesinin gerekçesi olamaz.” görüşlerini ifade ederek maddenin Anayasa’ya aykırı olduğu yönünde görüş bildirmişlerdir.
Son olarak Anayasa Mahkemesi üyeleri Recep Kömürcü, Alparslan Altan ve Celal Mümtaz Akıncı’nın karşı oy yazısında ise, “…çağdaş demokrasilerde, kamu yararı gerekçesiyle de olsa
8 AYM, 16.12.2010 tarihli ve E.2007/37, K. 2010/114 sayılı kararı, R.G.: 06.07.2011-27986.
hakları tümüyle kullanılamaz hale getiren düzenlemelere izin verilmemekte, bu konuda adil bir denge kurulmasına özen gösterilmektedir.” şeklinde görüşlerini ortaya koyarak düzenlemenin iptal edilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Kanaatimizce iptal edilmeyen hükmün iptal edilmesi gerektiği, kamu yararı gerekçesine dayanarak kişilerin mülkiyet hakkının ihlal edilmesine zemin oluşturmasının önüne geçilmesi gerektiği ancak bu şekilde kişilerin haklarının korunacağı; devlet ile kişi arasında ayrıcalığın bulunmasının devleti kişi sıfatından çıkaracağı ve otoriter bir yapıya çevireceği, bu otoritenin ise sürekli olarak kişilerin haklarını ihlal edebilecek mekanizmaya dönme ihtimalinin güçleneceği akabinde kişiler nazarında birçok hak kaybının olacağı aşikardır.
B. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun Bahse Konu Hükmü
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun ilgili hükmü, devleti oluşturan idareler hakkında mahkemece verilen aleyhe bir kararda, konusu para olan bu uyuşmazlığın lehe karar verilen kişi veya vekilinin bu hakkı temin edebilmesini diğer kişilerden farklı olarak bir usule bağlamıştır.
Kanaatimizce bu usul mülkiyet hakkı ihlalini doğurabilecek bir usul olarak karşımıza çıkabilecektir. Bu ihtimallerin olmaması adına hükmün değiştirilerek, gerçek kişiler ve özel tüzel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda gerekçeli kararın tebliğinden sonra, genel hükümlere dayalı cebri icraya gidebilme hakkının bir şarta bağlanmaması yolunun aynı şekilde izlenmesi gerekmektedir. Nitekim devlet nihayetinde bir kişidir ve kişiler eşittir.
KAYNAKÇA
YAĞCI, Pınar: “Mülkiyet Hakkı Kapsamında Kamu Mallarının Haczedilmezliği Üzerine Bir Değerlendirme” İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi.
HASIRCI, Hakan: Belediye Mallarının Haczi” Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 65 (4) 2016: 2821- 2865
https://www.mevzuat.gov.tr https://karararama.danistay.gov.tr